Sasani İmparatorluğu

Zazaların Kurduğu İlk İmparatorluk Sasani İmparatorluğu
İmparatorluk
M.S. 224 – M.S.651
II. Hüsrev döneminde Sasani İmparatorluğu (610)
Ktesifon, devletin ilk yıllarında: Firuzabad (Ardaşir-Khwarrah)
Resmi dili
 - 226-241
 - 632-651
Tarih

 - Kuruluş tarihi
224
 - Müslüman Arap istalası sonunda feth edilmiştir
651

Sasani İmparatorluğu (Sasani Devleti veya Sasaniler) (ساسانیان), dördüncü İran Hanedanlığı ve ikinci Pers İmparatorluğu'nun adıdır (224 - 651). Sasani İmparatorluğu, son Arşaklı hanedanı (Partlar) kralı IV. Artabanus'u yenmesinin ardından I. Ardeşir tarafından kurulmuş, son Sasani hükümdarı Şehinşah (Krallar kralı) III. Yezdigirt'in (632-651), erken Halifelik'le yani ilk İslam Devleti ile girdiği 14 senelik mücadeleyi kaybetmesiyle sona ermiştir. İmparatorluğun sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Afganistan, Türkiye'nin doğu bölgesi (Büyük İran olarak bilinen bölge), Suriye'nin bir kısmı, Pakistan, Kafkaslar, Orta Asya ve Arabistan'ın tamamını kapsıyordu. II. Hüsrev'in hükümdarlığı (590-628) sırasında Mısır, Ürdün, Filistin ve Lübnan da kısa süreli olarak imparatorluğa dahil oldu. Sasaniler, imparatorluklarını 'İranşehr' ايرانشهر (Iranshæhr) 'İranlıların (Aryanların) memleketi' diye adlandırırlardı.[2]
Sasani dönemi, Geç İlkçağ'ı kapsayarak İran Tarihi'nin en önemli ve etkili dönemlerinden biri olarak kabul edilir. Birçok yönüyle Sasani dönemi, Pers medeniyetinin en önemli başarılarına tanıklık etmiş ve İran'ın müslümanlar tarafından fethedilmesi ve İslamlaşmasından önceki son büyük İran İmparatorluğu olmuştur. İran, Roma medeniyetini Sasani döneminde farkedilir şekilde etkilemiştir[3]. Kültürel etkisi imparatorluk sınırlarının çok ötesine, Batı Avrupa'ya[4], Afrika'ya[5], Çin'e ve Hindistan'a[6] kadar ulaşmıştır. Ayrıca bu kültürel etki Avrupa ve Asya ortaçağ sanatının oluşmasında göze çarpan bir rol oynamıştır.[7]
Bu etki erken dönem İslam dünyasına kadar taşındı. Hanedanın kendine has ve aristokratik kültürü, İran'ın fethini bir Pers Rönesansına dönüştürdü.[4] Daha sonra İslami olarak adlandırılan kültürün, mimarinin, yazımın ve diğer becerilerin çoğu Sasani İranlılarından daha geniş Müslüman dünyasına aktarılmıştır.




Ek bilgi:Sasani İmparatorluğu, Part Atışı taktiğiyle aslan avlayan II. Şapur'u gösteren tabak, 4. yüzyıl.


SASANİLER İMPARATORLUĞU

Bir önceki OKURLARLA SOHBET sayfamızda "welat" adıyla mektup gönderen okurumuzun SÂSÂNÎ devleti üzerine gönderdiği yazıyı aynen yayınlıyoruz, hatırı kalmasın diye. Ancak biz bugünün Zazalar'ı ile Sâsânîler arasında "sasa-zaza" ilişkisinden başka bir şey bulamadık. Hele Tunceli bölgesinde Zaza medeniyetine ait en ufak bir ize rastlamadık. Zazalar ancak kendilerini TÜRKLER'e bağlarlarsa, bölgedeki medeniyet izleri ile bir bağ kurabilirler. Yoksa, iş Sâsânî İmparatorluğu'nun tarihini anlatmaktan ibaret kalır.
Naklen veriyoruz:
Sasani(Zazani)Hanedanı, 3. yüzyıl başlarında bugünkü İran'ın Persis eyaletinin hükümdarlığını ele geçiren tanrıça Anahita'yı takibeden rahiplerin soyundan gelen I. Ardeşir tarafından Persis'te (Pars ya da Fars vilayeti) Istakhr şehrinde kurulmuştur. Babası Babak (Papag) (Papak ve Babak diye de okunur), ilk başlarda küçük bir şehir olan Kheir'in yöneticisiydi. 205'te Bazrangidler'in son kralı olan Gocihr'i tahttan indirmeyi başararak kendini yeni hükümdar olarak ilan etti. Bazrangidler, Partlara (Arşaklılara) bağlı olarak Persis'in yerel yöneticiliğini yapıyorlardı. Annesi Rodhagh, Peris eyalet valisinin kızıydı. Sasani ismi I. Ardaşir'in baba tarafından dedesi olan Sasan(Zazan)'dan gelir. Zazan, Anahita Tapınağı'ın başrahibiydi. Pabag'ın yerel gücü ele geçirme çabaları, o sıralar Mezopotamya'da kardeşi VI. Vologases ile hanedanlık mücadelesi veren Arşaklı İmparatoru IV. Artabanus'un gözünden kaçtı. Pabag ve en büyük oğlu Şapur, Arşaklılar arasında çıkan bu problemlerden faydalanarak güçlerini bütün Persis'e yayabildiler. Devam eden olaylar kaynakların yetersizliği yüzünden açık değildir. Fakat, 220 civarında Pabag'ın ölmesiyle, o sırada Darabgird'in valisi olan Ardeşir'in en büyük kardeşi olan Şapur'la bir güç mücadelesine girdiği kesindir. Kaynaklar, Şapur'un 222 yılında kardeşiyle bir toplantıya giderken bir binanın çatısının üstüne düşmesi sonucu öldüğünü söylerler. Bu noktada, Ardeşir, başkentini Persis'in daha güneyine kaydırdı ve Firuzabad'da (Ardaşir-Khwarrah, daha önce Gur, günümüzde Firuzabad) yeni bir başkent kurdu. Yüksek dağlarla iyi desteklenen ve dar geçitler arasında kolayca savunulabilen şehir, Ardaşir'in daha fazla güç kazanma çabalarının merkezi oldu. Şehir, büyük ihtimalle Darabgird'den örnek alınan yüksek ve çember şeklinde bir duvarla çevrelenmişti. Kuzey taradında günümüzde hala kalıntıları duran büyük bir saray bulunmaktaydı. Persis'te egemenliğini kuran I. Ardeşir, Fars'ın yerel prenslerinden feodal sadakat talep ederek ve Kerman, İsfahan, Susa, Mesene komşu eyaletlerinin de kontrolünü ele geçirerek süratle topraklarını genişletti. Bu genişleme, I. Ardeşir'in derebeyi olan IV. Artabanus'un gözünden kaçmadı. IV. Artabanus ilk başta Khuzestan valisine 224 yılında Ardeşir üzerine gitmesini emretti fakat bu Ardeşir için kesin bir zaferle sonuçlandı. Artabanus bu sefer yine 224'te kendisi saldırdı. IV. Artabanus orduların çarpıştığı Hormizdeghan'da öldürüldü. I. Ardeşir, sona eren Part İmparatorluğu'nun (Arşaklılar'ın) batı vilayetlerini ele geçirmeye devam etti. 226 yılında, Ktesifon (Tizpon) şehrinde İran'ın yegane hükümdarı olarak taç giydi ve Şehinşah (Kralların Kralı ya da Şahlar Şahı) ünvanını aldı. (Yazıtlar Adhur-Anahid'ten Kraliçeler Kraliçesi olarak bahseder, fakat Ardeşir'le ilişkisi henüz başlamamıştı.) Böylece, 400 senelik Part İmparatorluğu sona ererek, 4 asırlık Sasani hakimiyeti başladı. I. Ardeşir, ilerleyen bir kaç yıl içinde, imparatorluk etrafında yerel isyancıları takibederek Sistan, Gorgan, Horasan, Merv (günümüz Türkmenistan'ında), Belh, ve Harezm vilayetlerini de ele geçirerek imparatorluğunu doğu ve kuzeybatı yönlerinde genişletti. Bahreyn'i ve Musul'u da Sasani egemenliğine aldı. Sonraki Sasani yazıtları, Kuşan, Turan ve Mekran krallarının da Ardeşir'e tabi olduklarını iddia etseler de, nümizmatik kanıtlar bu kralların Ardeşir'in oğlu olan I. Şapur'a tabi olduklarını gösterir. Batı'da Hatra, Ermenistan Krallığı ve Adiabene'ye yapılan saldırılar daha az başarılı oldu. I. Ardeşir'in oğlu I. Şapur'un annesi bir Part kralının, büyük ihtimalle IV. Artabanus'un ya da Suren-Pahlav klanının üyelerinden birinin kızıydı. I. Şapur, bu ilerlemeyi devam ettirdi. Baktria'yı ve Kuşan'ı fethetti. Roma'ya karşı birden fazla seferi yönetti. Roma topraklarının içine kadar ilerleyen I. Şapur, Antakya'yı ele geçirdi ve talan etti (253 veya 256). En sonunda Roma İmparatorları III. Gordian'ı, Arap Philip'i ve Valerianus'u mağlup etti. Sonuncusu Edessa savaşından sonra 259 yılında İran tarafından hapsedildi. Bu olay uzun süre Romalılar için çok büyük bir utanç kaynağı oldu. I. Şapur, zaferini Nakş-ı Rüstem'de etkileyici kaya kabartmaları oyarak kutladı. 260 ve 263 yılları arasında bu yeni kazanılan bölgelerden bir kısmı bir Roma müttefiki olan Odanathus'a kaptırıldı. I. Şapur'un yoğun gelişme planları vardı. Bir çok şehir kurdu. Bunların bir kısmına Roma topraklarından göçenler yerleşti. Bunlara Sasani yönetimi altında inançlarını özgürce yaşayan Hıristiyanlar da dahildi. Bişapur ve Nişabur şehirleri onun ismiyle adlandırıldı. I. Şapur özellikle Maniheizm'i destekledi. Mani peygamberini (Mani'yi) korudu ve yurtdışına Maniheist misyonerler gönderdi. I. Şapur ayrıca bir Babilon hahamı olan Neherdea'lı Samuel'le arkadaşlık kurdu. Bu arkadaşlık yahudiler için bir avantajdı ve kendilerine karşı uygulanan baskıcı kanunlardan bir mühlet rahatlamalarını sağladı.
Daha sonra gelen krallar I. Şapur'un dini toleransını tersine çevirdiler. I. Şapur'dan sonra gelen I. Behram (273-276) Magi'nin baskısı sonucu olarak Mani'ye ve onu takip edenlere işkence uyguladı. I. Behram Mani'yi hapsetti ve öldürülmesini emretti. Efsaneye göre Mani, idamını beklerken öldü. II. Behram (276-293) babasının din politikasını devam ettirdi. Zayıf bir yöneticiydi ve birden fazla batı eyaletini Roma imparatoru Carus'a (282-283) kaptırdı. Hükümdarlığı esnasında, yarım asırdır İran tarafından yönetilen Ermenistan'ın büyük bir bölümü Diocletianus'a (284-305) teslim edildi. 293 yılında kısa bir süre tahtta kalan III. Behram'dan sonra Nerseh hükümdar oldu (293-302). Nerseh Romalılar'la yeni bir savaşa kalkıştı. Fırat'ta Calinicum yakınlarında İmparator Galerius'a (305-311) karşı kazanılan erken bir zaferden sonra, Ermenistan'da 297 yılında ani bir baskın sonucu tuzağa düşürülen Nerseh yenildi. Bunun ardından varılan anlaşmayla, Sasaniler Dicle ırmağının batısındaki bütün toprakları teslim ettiler ve Ermenistan'ın ve Gürcistan'ın iç işlerine karışmamayı kabul ettiler. Bu büyük hezimetin ardından 301 yılında tahttan çekilen Nerseh bir sene sonra acı ve üzüntü içinde öldü. Nerseh'in oğlu II. Hürmüz (302-309) tahta oturdu. Sistan ve Kuşan'daki isyanları bastırsa bile, II. Hürmüz de bir başka zayıf lider olarak asilleri kontrol etmeyi başaramadı ve bir av sırasında 309 yılında Bedeviler tarafından öldürüldü.
İlk Altın Çağı (309-379)
II. Hürmüz'ün ölümünün ardından, güneyden gelen Araplar, Sasani krallarının doğum yeri olan Fars vilayeti de dahil olmak üzere güney şehirlerini yağmalayıp harabetmeye başladılar. Bu arada, İran asilleri II. Hürmüz'ün en büyük oğlunu öldürdüler, ikincisini kör ettiler ve daha sonra Roma topraklarına kaçan üçüncüsünü de hapsettiler. Taht, II. Hürmüz'ün eşlerinden birinden henüz doğmamış olan çocuğuna kalmıştı. II. Şapur daha annesinin karnındayken tahta geçen ilk kral olarak bilinir. Taç, annesinin karnına konmuştu. Şapur ismindeki bu çocuk böylece hükümdar olarak doğdu. Gençliğinde, imparatorluk annesi ve asiller tarafında idare edildi. Büyüdüğünde ise, gücü hemen eline alan II. Şapur, aktif ve etkili bir hükümdar olduğunu kanıtladı. II. Şapur öncelikli olarak küçük ama disiplinli ordusuyla güneydeki Araplar'ın üzerine yürüyerek onları mağlup etti ve böylece imparatorluğun güney bölgelerini güven altına aldı. Daha sonra batıda Romalılara karşı ilk seferini başlattı. Başlangıçta başarılı olan bu saldırılar Singara Kuşatması'nın ardından doğu sınır boylarındaki göçebe baskınları yüzünden durmak zorunda kaldı. Bu baskınlar, İpek Yolu'nun kontrolü için stratejik açıdan önemli bir yer olan Maveraünnehir'i tehdit etmeye başladı. Buna ilaveten, II. Şapur'un ordusu batıda yeni ele geçirilen yerleri tutmak için yeterli değildi. II. Şapur, bundan dolayı II. Konstantin'le iki tarafın da belli bir süre birbirlerinin topraklarına saldırmamasını öngören bir barış anlaşması imzaladı. II. Şapur daha sonra doğulu göçebelerle karşılaşmak için Transoksanya tarafına doğuya doğru ilerledi. Orta Asya kabilelerini ezerek bölgeyi yeni bir vilayet olarak istila etti. Bugün Afganistan olarak bilinen bölgenin fethini tamamladı. Bu zaferi kültürel yayılma takibetti. Böylece Sasani sanatı Türkistan içlerine ve Çin'e kadar yayıldı. II. Şapur, göçebe kralı Grumbates ile birlikte, 359 yılında Romalılar'a karşı ikinci seferini düzenledi. Bu sefer, ordusunun bütün gücünü ve göçebelerin desteğini de yanında götürdü. Çok başarılı geçen seferle birlikte, toplam beş Roma vilayeti İranlılar'ın eline geçmiş oldu. II. Şapur, sert bir dini politika yürüttü. Hükümdarlığı sırasında, Zerdüştilik'in kutsal metinleri olan Avesta'nın toplanması tamamlandı. Ayrıca Hıristiyanlar baskı ve işkence görmüşlerdir. Bu olay, Roma İmparatorluğu'nun Büyük Konstantin (324-337) tarafından Hıristiyanlaştırılmasına bir tepkiydi. I. Şapur gibi II. Şapur da nispeten özgürlük içinde yaşayan ve bu zaman diliminde önemli avantajlar yakalayan yahudilere karşı dostane kaldı (bknz. Raba (Talmud)).
Şapur öldüğünde, İran İmparatorluğu hiç olmadığı kadar güçlenmiş, doğudaki düşmanlarla uzlaşılmış ve Ermenistan İran kontrolü altına girmişti.
Ara Tarihi (379–498) Behram-ı Gur, Fars edebiyatında ve şiirinde önemli bir gözdedir. "Behram ve Hindli prenses, siyah çadırda." Büyük Azeri şairi Nizami'nin bir Xamsa (Beşlik) tasviri. 16. yüzyıl ortası, Safevi dönemi. İran, II. Şapur'un ölümünden I. Kavad'ın (483-531) taç giymesine kadar Bizans İmparatorluğu'yla girişilen bir kaç savaşın dışında nispeten durağandı. Bu zaman dilimi boyunca, Sasaniler'in din politikası kraldan krala önemli ölçüde değişiklik gösterdi. Üstüste gelen zayıf liderlere rağmen, II. Şapur zamanında oluşturlan yönetim sistemi kuvvetli kalarak imparatorluğun etkili şekilde işlemesini sağladı. II. Şapur 370 yılında öldüğünde, üvey kardeşi II. Ardeşir'e (379-383; Kuşanlı Vahram'ın oğlu) ve onun oğlu olan III. Şapur'a (383-388) güçlü bir imparatorluk bırakmıştı. Fakat ikisi de II. Şapur'un kabiliyetlerini gösteremediler. III. Şapur'un yarı kardeşi olarak yetiştirilen II. Ardeşir kardeşinin yokluğunu dolduramadı. III. Şapur'un ise bir şey başaramayacak kadar melankolik bir karakteri vardı. IV. Behram da (388-399) babası kadar pasif olmasa da imparatorluk için önemli bir şey başaramadı. Bu zaman zarfında Ermenistan Roma ve Sasani imparatorlukları arasında anlaşma sonucu paylaşıldı. Sasaniler Büyük Ermenistan üzerindeki hakimiyetlerini yeniden kurarken, Bizans İmparatorluğu batı Ermenistan'ın küçük bir bölümünü elde tuttular.
IV. Behram'ın oğlu olan I. Yezdigirt (399-421) çoğunlukla imparator I. Konstantin'le karşılaştırılır. Onun gibi, hem fiziksel hem de diplomatik açıdan kuvvetliydi. Romalı muadili gibi I. Yezdigirt de fırsatçıydı. Büyük Konstantin gibi, I. Yezdigirt de dini tolerans uyguladı ve dini azınlıkların yükselmesi için onlara özgürlük sağladı. Hıristiyanların eziyet görmelerine engel oldu. Üstelik bunun aksini uygulayan asilleri ve rahipleri de cezalandırdı. Onun dönemi nispeten huzurlu geçen bir zaman dilimi oldu. Romalılar'la uzun süren bir barış antlaşması imzaladı. Hatta genç II. Theodosius'u (408-450) koruması altına aldı. Ayrıca bir Yahudi prensesiyle evlenerek Narsi adında bir oğlu oldu. I. Yezdigirt'in halefi, en çok bilinen Sasani krallarından biri ve birçok efsanenin de kahramanı olan oğlu V. Behram'dır (421-438). Bu efsaneler Sasani İmparatorluğu'nun Araplar tarafından yıkılmasının ardından bile devam etti. V. Behram, daha çok bilinen adıyla Behram-ı Gur, babası I. Yezdigirt'in bir Arap hanedanı olan El-Hirah tarafından yardım gören asilzadelerin muhalefetleri neticesinde aniden ölmesinin (ya da suikaste uğraması) ardından tacı ele geçirdi. V. Behram'ın annesi Soşandukht, Yahudi Eksilarçı'nın kızıdır. 427 yılında göçebe Eftalitelerin doğuda başlattıkları işgali durdurdu. Böylece, Buhara (günümüz Özbekistan'ında) demir paralarında portesi yüzyıllar boyunca kalacak şekilde etkisini Orta Asya içerlerine kadar genişletti. V. Behram, Ermenistan'ın İran'a bağlı kralını azlederek, orayı bir eyalete çevirdi.
V. Behram, cesaretinin, güzelliğinin, Romalılara, Türklere, Hintlilere ve Afrikalılara karşı elde ettiği zaferlerinin, avcılık ve aşk maceralarının konu alındığı hikâyelerin anlatıldığı Fars geleneğinde sevilen bir isimdir. Behram-ı Gur olarak adlandırılır. Gur, yaban eşeği anlamına gelir. Avcılığa merakına, özellikle yaban eşeği avlamayı sevmesine atıftır. Altın çağın zirvesinde bir kralı sembolize eder. Tacını erkek kardeşiyle giriştiği mücadele ve yabancı düşmanlarla savaşması sayesinde kazanmıştı; fakat kendisini avcılıkla ve saray maiyetinde meşhur kadınlar grubu ve nedimleriyle düzenlediği partilerle eğlendirirdi. Saray zenginliğini ve refahını kendinde sembolleştirmişti. Hükümdarlığı süresince, Sasani Edebiyatı'nın (Pehlevi Edebiyatı'nın) en önemli eserleri yazıldı ve Sasani Müziği'nin dikkate değer parçaları bestelendi. Polo gibi sporlar kraliyet uğraşları arasına girdi. Bu gelenek günümüzde hala bazı krallıklarda devam ettirilmektedir. V. Behram'ın oğlu III. Yezdigirt (438-457) adaletli, ılımlı bir hükümdardı. Fakat I. Yezdigirt'ın aksine azınlık dinlerine özellikle Hıristiyanlar'a karşı sert bir politika uyguladı. II. Yezdigirt, hükümdarlığının başlarında, Hindli müttefikleri de dahil olmak üzere farklı uluslardan oluşan karma bir ordu kurarak, Fars topraklarında Karrhe yakınlarında istihkam kuran (müteakip seferler için Romalılar tarafından uygulanan bir hile) Doğu Roma İmparatorluğu'na saldırdı. Yezdigirt ağır bir selle karşılaşmasaydı şaşkınlık geçiren Romalılar karşısında Roma içlerine kadar ilerleyebilecekti. Bizans imparatoru II. Theodosius komutanını II. Yezdigirt'in kampına göndererek barış çağrısında bulundu. 441 yılında devam eden görüşmeler neticesinde iki imparatorluk da karşılıklı olarak sınırlarına istihkam oluşturmayacaklarına dair söz verdiler. II. Yezdigirt daha kuvvetli olmasına rağmen Kidarite Krallığı'nın Parthia ve Harezmiya'daki akınları sebebiyle daha fazlasını istemedi. Kuvvetlerini 443'te Nişapur'da topladı ve Kidaritelere karşı uzun süreli bir sefer başlattı. Bir çok muharebenin ardından, 450 yılında Kidariteleri mağlup ederek Amu Derya nehrinin ötesine sürdü.
Doğu seferi esnasında ordusundaki Hristiyanlar'dan şüphelenen II. Yezdigirt hepsini yönetimden ve ordudan uzaklaştırdı. Ardından Hristiyanlara ve daha az seviyede Yahudilere eziyet etti. Ermenistan'da Zerdüştçülüğü yeniden oluşturmak için, Ermeni Hristiyanlarının Vartanantz Savaşı'nda başkaldırışlarını 451 yılında bastırdı. Fakat Ermeniler büyük oranda Hristiyan olarak kaldılar. Son yıllarında, Kidariteler ile 457 yılındaki ölümüne kadar tekrar savaştı. II. Yezdigirt'in daha genç oğlu III. Hürmüz (457-459) tahta geçti. Kısa hükümdarlığı esnasında, soylular sınıfının desteğini arkasına alan büyük kardeşi I. Firuz ile sürekli mücadele etti.[16] Baktria'da Akhunlar'la (Eftaliteler) ile savaştı. Firuz tarafından 459 yılında öldürüldü.
5. yüzyıl başlarında, Akhunlar diğer göçebe gruplarla birlikte İran'a saldırdı. Başlangıçta, V. Behram ve II. Yezdigirt, bunlara kesin mağlubiyeti zorla kabul ettirdi ve doğu tarafına sürdü. Hunlar 5. yüzyıl sonlarında tekrar gelerek İran'lı I. Firuz'u (457-484) 483 yılında yendiler. Bu zaferin ardından, İran'ın doğu bölgelerini işgal eden Hunlar buraları yağmaladılar. Böylece yıllar sonra öçlerini almış oldular. Bu saldırılar imparatorluğa düzensizlik ve kaos getirdi. Eftaliteleri yeniden uzaklaştırmayı hedef edinen I. Firuz, Herat'a giderken çölde Hunlar tarafından tuzağa düşürülerek öldürüldü ve ordusu yok edildi. Bu zaferin ardından Herat şehrine doğru ilerleyen Eftaliteler imparatorluğu kaosun içine attılar. En sonunda, eski bir Fars ailesi olan Karen'den gelme Zarmihr (ya da Sokhra) adında bir soylu, bir derece olsun düzen sağlayabildi. I. Hüsrev zamanına kadar devam edecek olan Hun tehditine rağmen I. Firuz'un kardeşlerinden biri olan Balaş'ı tahta hazırladı. Balaş (484-488) yumuşak başlı ve cömert bir kraldı. Hristiyanlara imtiyazlar sağladı. Yine de, imparatorluğun düşmanlarına özellikle Akhunlar'a karşı her hangi bir girişimde bulunmadı. Balaş dört yıllık hükümdarlığının ardından kör edildi ve tahttan indirildi (nüfuzlu zenginlere atfedilir). Yeğeni I. Kavad tahta çıktı.
I. Kavad (488-531) faal ve reformist bir hükümdardı. Bamdad'ın oğlu Mazdak tarafından kurulan, zenginlerin eşlerini ve servetlerini fakirlerle paylaşmasını talep eden komünistik bir fırkaya destek verdi. Amacı açıkça, Mazdakilerin doktrinini benimseyerek zengin soyluların ve yükselen aristokrasinin giderek artan etkisini kırmaktı. Bu reformlar, azledilmesine ve Susa'da Oblivyon Kalesi'nde (Lethe) hapsedilmesine neden oldu. Küçük kardeşi İranlı Jamaspa (Zamaspes) 496 yılında tahta çıktı. Ama, 498'de kaçan I. Kavad'a Akhunlar kralı tarafından sığınma verildi. Jamaspa (496-498) I. Kavad'ın asil sınıfı tarafından azledilmesinin ardından tahta çıkartıldı. Jamaspa iyi kalpli bir kraldı. Köylüleri ve fakirleri rahatlatmak için vergileri azalttı. Ayrıca, yönünü değiştirmesiyle tahtından ve özgürlüğünden olan I. Kavad'ın aksine Mazdakizm'in iyi bir taraftarıydı. Hükümdarlığı, I. Kavad'ın Heftalite kralı tarafından kendisine verilen büyük bir orduyla imparatorluğun başkentine gelmesiyle son buldu. Jamaspa bağlılık içinde tahttan indi ve tacı kardeşine bıraktı. I. Kavad'ın tekrar dönüşünün ardından hakkında bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Fakat, kardeşinin sarayında iyi bir şekilde muamele gördüğüne geniş ölçüde inanılır.
İkinci Altın Çağı (498–622) İkinci altın çağı I. Kavad'ın ikinci hükümdarlığından sonra başladı. I. Kavad, Eftalitlerin yardımıyla Romalılara karşı bir sefer başlattı. 502 yılında o zaman Ermenistan'da bulunan Theodosiopolis'i (Sivas), 503 yılında ise Dicle üzerindeki Amida'yı (Diyarbakır) ele geçirdi. 505 yılında, Ermenistan'ın Kafkasya tarafından gelen Hunlar tarafından işgal edilmesi bir ateşkesi zorunlu kıldı. Bu esnada Romalılar İranlılara Kafkasya'daki istihkamların bakımı için para yardımında bulundu. 525 yılında Lazika'daki isyanları bastırdı ve Gürcistan'ı yeniden ele geçirdi. 530 yılında, Mirranes Firuz'un emrinde bir orduyu önemli bir Roma hudut şehri olan Daras'a saldırmak üzere gönderdi. Bu ordu, Roma generali Belisarius tarafından karşılandı ve üstün olmasına rağmen Daras Savaşı'nda mağlup oldu. Buna rağmen, ilerleyen süre içinde Lakhmid hükümdarının (Sasaniler' bağlı bir krallık, IV.El-Mundir ibn el-Mundir) yardımı ve elit Savaran şövalyelerinin Belisarius'un lejyonlarını karşılamak için giriştikleri taktik düzenlemeyle Roma ordularını ilki 530 yılında Nisbis Savaşı'nda ve diğeri 531 yılında Sallinicum Savaşı'nda olmak üzere iki kere mağlup etti.[17] Kavad, Eftalitelerin boyunduruğundan kurtulamamasına rağmen, içerde düzeni kurmayı başarıp Doğu Romalılara karşı başarı elde etti. Bazısı kendi adıyla anılan birden fazla şehir kurdu. Vergilendirmeyi ve iç yönetimi düzenlemeye başladı.
I. Kavad'tan sonra oğlu, Anuşirvan ("ölümsüz ruhla") ismiyle de bilinen I. Hüsrev (531-579) tahta yükseldi. En çok övülen Sasani kralıdır. I. Hüsrev'in en çok bilinen icraatı Sasanilerin eskiyen yönetim yapısını değiştirmesi oldu. Reformları aracılığıyla, arazi sahiplerinin ellerindeki mallarının tetkikine bağlı olan akla yatkın bir vergilendirme sistemini oluşturdu. Babası bu yöntemi başlatmış ve imparatorluğunun refahını ve gelirlerini artırmak için her yolu denemişti. Bir önceki büyük feodal beyler kendi askeri teçhizatlarını, yandaşlarını ve tımar hizmetlilerini oluşturuyorlardı. I. Hüsrev maaşlı ve merkezi hükümet tarafından teçhizatlandırılan dehkanlardan ya da 'şovalyelerden' oluşan yeni bir kuvvet ve bürokrasi kurdu.[18] Böylece orduyu ve bürokrasiyi yerel beylerden ziyade merkezi hükümete yakınlaştırdı. I. Hüsrev, İmparator I. Justinyan'ın (527-565) kendisine rüşvet olarak 440,000 altın vermesine rağmen, 532 yılında yapılan "sonsuz barışı" bozarak 540 yılında geçici bir süre elde tutacağı Antakya'yı işgal ve talan etti. Suriye'yi ele geçirdi. Hüsrev geri dönerken, farklı Bizans şehirlerinden para topladı.
565 yılında I. Justinyan öldü. Ardından, Arap liderlerine Suriye'deki Bizans topraklarına baskınlar düzenlemekten alıkoymak için verilen yardımları durdurma kararı alan II. Justin (565-578) başa geçti. Bir sene önce, Suren ailesinden gelen Sasanilerin Ermenistan valisi günümüz Erivan'ının yakınlarındaki Dvin'de bir ateş tapınağı inşa etmiş ve Mamikonian ailesinin etkili bir üyesini öldürtmüştü. Bu olay 571 yılında İran valisinin ve korumasının katledilmesine yol açan bir ayaklanmaya neden olmuştu. Ermeni isyanından fırsat bulan II. Justin, Kafkasya geçitlerinin savunması için I. Hüsrev'e ödediği yıllık ödemeleri durdurdu. Ermeniler müttefik olarak kabul edildi ve Sasani topraklarına Nisibis'i 572 yılında kuşatmak üzere bir ordu gönderildi. Ama, Bizans generallerinin arasında çıkan ihtilaf sadece kuşatmanın bitmesine neden olmakla kalmayıp, Daraa'da kendilerinin kuşatmaya uğramalarına yol açtı. Daraa daha sonra İranlılar tarafından ele geçirildi. Suriye harap edildi ve böylece II. Justin barış anlaşması istemek zorunda kaldı. Ermeni isyanı I. Hüsrev'in yayınladığı bir genel afla sona erdi. Ermenistan böylece Sasani İmparatorluğuna tekrar dahil oldu.
570 yılı civarında, Yemen Kralının yarı kardeşi "Ma'd-Karib" I. Hüsrev'in müdahelede bulunmasını talep etti. I. Hüsrev Vahriz isimli bir kumandan komutasında bir donanma ve küçük bir orduyu b ugünkü Aden yakınlarındaki bölgeye gönderdi. Başkent San'a'ya yürüyen İranlılar şehri işgal etti. Bu sefere iştirak eden Ma'd-Karib'in oğlu Saif, 575 ve 577 yılları arasında hükümdar oldu. Böylece Sasaniler doğuyla yapılan deniz ticaretini kontrol etmek için Güney Arabistan'da bir üs kurmayı başardı. Daha sonraları güney Arabistan krallığının Sasani hakimiyetini tanımamaları üzerine gönderilen ikinci bir ordu bölgeyi, II. Hüsrev'in sorunlu zamanına kadar kalacak şekilde Sasani topraklarına bir vilayet olarak kattı.
I. Hüsrev'in hükümdarlık dönemi dihkanların (kelime anlamıyla köy beylerinin) yükselişine tanıklık etti. Bunlar, daha sonraları Sasani eyalet yönetiminin ve vergi toplama sisteminin iskeletini oluşturacak olan arazi sahibi küçük asillerdi.[19] I. Hüsrev büyük bir imar yanlısıydı: Başkentini süsledi, yeni şehirler kurdu, yeni binalar inşa etti. Savaşlarda harap olan kanalları ve çiftlikleri tamir etti. Geçitlerde güçlü istihkamlar kurdu ve sınır boylarında dikkatlice seçilen şehirlere işgalci güçlere karşı durmak üzere krallığa bağlı kabileler yerleştirdi. Zerdüştlüğü resmi devlet dini olarak ilan etmesine rağmen bütün dinlere karşı hoşgörülüydü ve oğullarından bir tanesi Hıristiyan olunca çok fazla rahatsız olmadı. I. Hüsrev zamanında Sasaniler en geniş sınırlarına eriştiler. Yeşil: Sasani toprakları (619-629), Gölgeli: Sasani askeri kontrolü altında I. Hüsrev'den sonra, IV. Hürmüz (579-590) tahta geçti. IV. Hürmüz de ondan önce gelenlerin elde ettikleri başarılarını ve imparatorluğun refahını devam ettiren kuvvetli bir hükümdardı. II. Hüsrev (590-628) hükümdarlığı esnasında, general Behram Çubin'in (rakip kral VI. Behram'ın) başkaldırısı imparatorluğu kısa bir süre krize soksa da, bu dönem kolay atlatıldı ve II. Hüsrev devlet hakimiyetini yeniden kuvvetlendirdi. Bizans İmparatorluğu'nda yaşanan iç savaşı fırsat bilen II. Hüsrev tam anlamıyla bir işgal başlattı. Sasanilerin Aşamenit sınırlarını yeniden ihya etme hayalleri, Kudüs ve Şam'ın ardında da Mısır'ın düşmesiyle tamamlanma aşamasındaydı. 626 yılında, Konstantinopolis de İranlılar tarafından desteklenen Slav halkları ve Avrasyalı Avarlar tarafından kuşatma altındaydı. Sasanilerin bu dikkat çekici yayılmasının zirve noktası aynı zamanda Fars sanatı, müziği ve mimarisinin de zenginleşmesiyle eşzamanlıydı. 622 yılında Bizans İmparatorluğu yıkılma noktasındaydı ve Sasaniler Aşamenit İmparatorluğu sınırlarına bütün cephelerde tekrar ulaşmaya yakındı.
Düşüşü ve Yıkılması (622–651) II. Hüsrev'in seferi ilk bakışta büyük bir zafer olarak görülse de, aslında İran ordusunu oldukça geniş bir alana yaymış ve halkı yüksek vergilerle karşı karşıya bırakmıştı. Bizans imparatoru Heraklius (610-641) bir taktik manevrayla misilleme yaparak kuşatma altındaki başkentinden çıktı ve Karadeniz'e gemiyle geçip İran'a arkadan saldırdı. Heraklius, Hazarlar'ın ve diğer Türk gruplarının da yardımıyla, 15 yıl süren savaş sonucu yıpranan Sasaniler'e karşı yıkıcı zaferler elde etti. Heraklius'un seferi, Hazarlar tarafından terk edilen Bizanslıların Rhahzadh komutasındaki Fars orudusunu Ninova Savaşı'nda (627) mağlup etmesiyle doruk noktasında ulaştı. Heraklius, bunun ardından Mezopotamya ve Batı İran'a yürüdü. Taht-ı Süleyman'ı ve Dastugerd Sarayı'nı yağmaladı. Bu esnada II. Hüsrev'in suikast sonucu öldüğü haberi kendisine ulaştırıldı. II. Hüsrev'in suikastını karmaşa ve iç savaş takip etti. 14 yıllık bir süreç ve II. Hüsrev'in iki kızı ve spahbod Şahrbaraz da aralarında olmak üzere üstüste tahta çıkan 12 kralın ardından Sasani İmparatorluğu oldukça zayıfladı. Merkezi otoritenin gücü generallerin eline geçti. İhtilaller serisinin ardından güçlü bir kralın ortaya çıkması için birkaç yıl geçecekti. Sasaniler eski gücüne tam anlamıyla hiç bir zaman ulaşamadı.
632 baharında, saklanmakta bulunan III. Yezdigirt (I. Hüsrev'in torunlarından biri) tahta çıktı. Aynı yıl, ilk Arap bölükleri İran topraklarına saldırılarda bulundu. Yıllar süren savaşlar hem İranlıları hem de Bizanslıları yormuştu. Ekonomik düşüş, ağır vergiler, dini kargaşa, katı sosyal tabakalaşma, vilayet derebeylerinin artan gücü ve hükümdarların sık sık değişmesi Sasanilerin daha fazla zayıflamasına sebebiyet verdi. Bu faktörler Arap istilasını kolaylaştırdı. II. Hüsrev'in kızı Kraliçe Purandokht, son kadın hükümdar ve Sasani hanedanının tahta çıkan son üyelerinden biri, 630. Sasaniler ilk Arap ordularının tehditlerine karşı hiç bir zaman yeterli bir direniş oluşturamadılar. Sasaniler gibi, Bizans da yakın zamanlarda ortaya çıkan yayılmacı Araplar tarafından benzer bir tehditle burun burunaydı ve artık rahatsız edecek konumda değildi. Buna rağmen, Yezdigirt danışmanlarının kontrolü altında bulunuyordu ve küçük feodal krallıklara bölünmeye başlayan çok büyük bir ülkeyi birleştirmekten acizdi. Sasanilerle Müslüman Araplar arasındaki ilk karşılaşma 633 yılının nisan ayındaki bir savaşla başlamıştır. Muhammed'in seçilmiş sahabelerinden biri olan Halid bin Velid komutasındaki disiplinli Arap ordularıyla Sasani orduları arasında 633 yılı sonuna dek dokuz çatışma daha gerçekleşmiş ve tümü Halid bin Velid'in zaferiyle sonuçlanmıştır.
Halife Ebu Bekir'in vefatı sonrasında bu bölgedeki komutanlık görevinden çekilmiştir. 634 yılının ocak ayında Firaz Savaşı, arap ordularının zaferiyle sonuçlanmıştır. Aynı yılın ekim ayında görece küçük ordular arasındaki Köprü Savaşı'nda ise arap orduları ağır bir yenilgi almıştır.
Ömer bin Hattab'ın halifeliği sırasında bir Müslüman ordusu 637 yılında Rüstem Farrokhzad komutasındaki kendinden daha büyük bir orduyu Kadisiye Savaşı'nda mağlup etti ve Ktesifon'u kuşattı. Uzun süren bir kuşatmanın ardından Ktesifon düştü. Yezdigirt ardında imparatorluğun devasa hazinesinin çok büyük bir kısmını bırakarak doğuya kaçtı. Kısa bir süre sonra Ktesifon'u ele geçiren Araplar güçlü bir finansal kaynağın sahibi oldular. Sasaniler de kaynak sıkıntısına düştü. İmparatorluk yorgun, bölünmüş ve etkili bir hükümetten yoksun olmasa bir araya gelen ve tek bir ordu olarak hareket eden Sasani askeri kanadının özel atlı birlikleri olan Azadan (Asavaran/Asatan) kastı bir ihtimal Arapları yenebilirdi. Fakat olayların hızlı gelişmesi sonucu İmparatorlukta beliren güç boşluğunda hiçbir zaman bir araya gelemediler. Bunun sonucu İslam fethi oldu. Bir kısım Sasani valileri güçlerini birleştirerek İslam Ordularını püskürtmek isteseler de merkezi otoritenin olmaması buna engel oldu ve Nihavend Savaşı'nı kaybettiler. Ordu komuta yapısı yok olan, soylular dışında kalan tımarlı birlikleri önemli ölçüde azalan, finansal kaynakları elinden giden ve Azadan şovalye kastı azar azar yok edilen Sasani İmparatorluğu artık tamamen çaresiz durumda istila altında kaldı.
Nihavend Yenilgisi'nin haberini alan Yezdigirt yanindaki Fars soyluları ile birlikte kuzeyde Horasan vilayetinin iç taraflarına kadar kaçtı. 651 yılının sonlarına doğru bir değirmenci tarafından Merv'de suikast sonucu öldürüldü. Diğer İran soyluları Orta Asya'ya yerleşerek bu bölgede İran kültürünü ve dilini yayacak olan ilk yerel Fars hanedanlığı Samanileri kurdular. Samaniler İslam'ın egemen olmasından sonra Sasani gelenek ve kültürünü yeniden diriltmeye çalıştılar.
İranlı şair Firdevsi Sasanilerin yıkılışlarıyla ilgili olarak şöyle der:
koja an bozorgan-e Sasaniyan ze Bahramiyan ta be Samaniyan? "Nereye gitti büyük Sasaniler?
"Ne oldu Behram'a ve Samanilere?" ” Yönetimi
Şehriyar, Bin Bir Gece Masalları kitabında, Şehrazad tarafından kendisine hikâyeler anlatılan kurgusal bir Sasani "Krallar Kralı"'dır. Sasaniler Ahamenişlerin ulaştıkları sınırlara yakın bir imparatorluk kurdular. Başkentleri Khvarvaran vilayetinde bulunan Tizpon (Ktesifon)'du. Bu imparatorluğu idare eden Sasani hükümdarları Şehinşah(Kralların Kralı) ünvanını kullanırlardı. Merkezi idareye hükmeden bu krallar ulusal dinin simgesi olan kutsal ateşin de koruyuculuğunu üstlendiler. Bunun açık göstergesi, Sasani madeni paralarının yüz kısmında taçları ile birlikte resmedilen hükümdarların, diğer yüzlerinde net şekilde görülen kutsal ateşle adeta desteklenmeleridir. [20] Sasani kraliçeleri Kraliçeler Kraliçesi anlamına gelen Banebshenan banebshen ünvanını taşırlardı.
Daha küçük ölçekte, topraklar Sasani kraliyet ailesinden gelen, Şaşhrdar (??????) denilen küçük yöneticiler grubu tarafından da yönetilebilir. Bunlar Şehinşah tarafından denetlenir. Sasani idaresinin ayırt edici özellikleri, hatırı sayılır ölçekte merkezileştirme, hırslı bir şehir plancılığı, tarımda gelişme ve teknolojik iyileştirmelerdi. [19] Kralın altında bulunan güçlü bir bürokrasi hükümetin çoğu işini yerine getirirdi. Bürokrasinin başı ve yardımcı başbakan "Vuzorg (Bozorg) Farmadar" 'dı. (???? ???????) Bürokrasi içinde Zerdüşt rahibleri son derece güçlüydü. Mecusi rahip sınıfının başı, Mobadan (??????), başkomutanla beraber, Iran (Eran) Spahbod (????? ????), "Ho Tokhshan Bod" (???????? ??) sendikal birliğinin başkanı baştüccar ve çiftçilerin de başı olan tarım bakanı "Vastrioshansalar" (???????????????), imparatorun altında Sasani Devleti'nin en güçlü insanlarıydı.[21]
Sasani kralı, bir devlet konseyinin de üyeleri olan bakanlarının tavsiyeleriyle hareket ederdi. Müslüman tarihçi Mesudi, Sasani krallarının mükemmel yönetimini, iyi düzenlenmiş siyasi politikalarını, tebaayı himaye edişlerini ve yönettikleri toprakların refahını övmüştür. Normal zamanlarda kraliyet babadan oğula geçerdi. Fakat, kral tarafından daha küçük bir oğula da bırakılabilirdi. İki kere, hakimiyet kraliçelerin kontrolüne geçti. Direkt bir varis olmadığı zaman, asiller ve yüksek rütbeli rahibler bir hükümdar seçerdi. Ama bu seçim, kraliyet ailesinden birisi olmak zorundaydı. Sasani asilzadeleri, eski Part klanları, Fars aristokrasi aileleri ve hakimiyet altında bulunan toprakların asil ailelerinin bir karışımından oluşmuştu. Part hanedanının ortadan kalkmasıyla bir çok yeni asil ailesi meydana çıktı. Bir zamanlar egemen olan Yedi Part klanının bir kaçı önemini korumaya devam etti. I. Ardeşir'in maiyetinde, bir kaç Fars ailesiyle beraber eski Arsacid ailelerinden Suren-Pahlav ve Karen-Pahlav klanları, Varazeler ve Andiganlar büyük itibara sahiplerdi. Ardeşir'den sonra gelen I. Şapur, annesi tarafından Suren-Pahlav ailesine ilişkisini göstermiş olabileceği Gondophar'ın tacını (hilalle çevrelenmiş bir halka) sembol olarak benimsemişti. İranlı ve İranlı olmayan bu soylu ailelerin yanında, Merv, Abarşehr, Karmania, Sistan (Sekistan), İberya (Azerbaycan'daki Arran) ve Adiabene kralları da Şehinşah'ın sarayında itibar gören diğer asiller olarak bahsedilir. Gerçekten, Surenlerin, Karenlerin ve Varazelerin uzantılı toprakları yarı bağımsız devletler olarak orijinal Sasani ülkesinin parçası oldular. Suren-Pahlavler, Sistan (Sakistan)'daki hakimiyetlerini korudular ve bir dalları da Nişabur bölgesinin civarını kontrolleri altında tuttular. Böylece, Sasani İmparatorluğu'nun kraliyet maiyetine katılan asilzade aileleri, Şehinşah'a tabi olsalar bile kendi hakimiyet bölgelerinde egemenliklerini sürdürdüler.
Genel olarak, Fars aileleri arasında Bozorgan, imparatorluk yönetiminde, sınır eyaletleri Marzban'ın (??????) valiliği dahil olmak üzere en önemli mevkilere sahipti. Bu pozisyonların çoğu babadan oğula geçerdi ve tek bir aile içinde nesiller boyunca intikal edilirdi. En kıdemli Marzbanlar'a gümüş taht izni verilirken, Kafkasya gibi en stratejik sınır vilayetlerinin Marzbanlarına altın taht hakkı tanınırdı.[22] Seferler esnasında, bölge Marzbanları mareşal olarak kabul görür, daha küçük spahbodlar sahra ordularını komuta edebilirlerdi.
Kültürel olarak, Sasaniler bir sosyal katmanlaştırma sistemi uyguladılar. Bu sistem, devlet dini olarak kurulan Zerdüştçülük tarafından da desteklendi. Diğer dinlere büyük bir hoşgörü gösterildiği görülmektedir. (Bu iddia, aynı zamanda hararetli bir tartışmanın da kaynağıdır. Örnek olarak Wiesehöfer'in Ancient Persia' sına veya Cambridge History of Iran 'ın 3.cildine bakınız.) Sasani imparatorları bilinçli bir şekilde Pers İmparatorluğu'nun geleneklerini diriltmeye ve Yunan kültürel tesirini silmeye çalıştılar.
Sasani ordusu Sasaniler zamanında Fars ordusunun (Spah) omurgasını iki farklı ağır süvari birliği oluşturuyordu. Bunlar, Clibanarii ve Catafraktlardır. Bu süvari gücü çocukluktan itibaren eğitilen asillerden oluşturulurdu. Bunlar hafif süvariler, piyadeler ve okçularla desteklenirdi. Sasani taktiklerinin merkezinde, düşmanı okçular, savaş filleri ve diğer birliklerle bozup bölmek, böylece süvarilerilerin yararlanabileceği boşluklar açmak bulunurdu.
Kendilerinden önce gelen Partların tersine Sasaniler gelişmiş muhasara kuleleri geliştirdiler. Bu özellikleri, imparatorluğun Roma'yla giriştiği, başarının şehirleri ele geçirme kabiliyetine bağlı olduğu mücadelelerde önemli derecede yardımcı oldu. Bunun yanında, Sasaniler kendi şehirlerini de saldırılara karşı korumak için bir kaç teknik geliştirdiler. Sasani ordusu, bazısı sadece mızrak taşımasına rağmen, kendilerinden önce gelen Part ordusu gibi ağır süvarileri ile meşhurdu. Yunan tarihçi Ammianus Marcellinus'un II. Şapur'un clibanarii süvarileri hakkındaki tarifi ne kadar ağır şekilde teçhizatlandırıldıklarını ve sadece bir kısmının mızrak taşıdığını göstermektedir.
Bütün birlikler demire bürünmüşlerdi. Vücutlarının bütün bölümleri kalın tabakalarla kaplıydı. Öyle teçhiz edilmişlerdi ki bükülmez eklem yerleri uzuvlarına denk geliyordu. İnsan yüzü formları öyle maharetle başlarına uydurulmuştu ki, bütün vücutları metalle kapanmış olduğu için üzerlerine gelen oklar sadece, dışarıyı azıcık görecek şekilde gözbebeklerinin tam karşısına denk gelen ya da burunlarının ucunda azıcık hava alabilecekleri kadar bırakılan küçücük bir açıklıktan girebilirlerdi. Bunlardan mızraklı olan bir kısmı öyle hareketsiz duruyorlardı ki, bronz mengene ve kelepçelerle tutturulmuş olduklarını zannederdiniz. Bizans imparatoru Maurikios Strategikon 'unda Sasani ağır süvarilerinin mızrak taşımadıklarının ve birincil silahları olarak yaylarına güvendiklerinin altını da çizer. Azadan (Asavaran ya da Azatan) asillerinden oluşan şövalye kastına bağlı bir askerin maliyeti küçük bir konak ya da malikaneydi. Bu meblayı kraldan alan asiller bunun karşılığında imparatorluğun savaş zamanı en dikkate değer savunucularıydı.
Anlaşmazlıklar
Partlar gibi Sasaniler de Roma İmparatorluğu ile sürekli bir husumet içindeydi. 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun bölünmesinin ardından başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu İran'ın birincil batılı düşmanı olarak Roma İmparatorluğu'nun yerine geçti. İki devlet arasındaki çekişmeler daha da sıklaştı. [19] Roma İmparatorluğu'na benzer şekilde Sasaniler de komşu krallıklar ve göçebe kavimler ile sürekli bir mücadele içindeydi. Bu kavimlerin saldırıları hiç bir zaman tamamen bitirilemediyse de, tehdit eden göçebelere karşı koordineli girişilen seferler sayesinde, Sasaniler bu meselelerle Romalılardan daha başarılı şekilde başa çıkabildiler. Batıda, Sasani sınırı büyük ve istikrarlı Roma devletiyle bitişikti. Fakat doğuya doğru en yakın komşuları Kuşan İmparatorluğu ve Akhunlar gibi göçebe kavimlerdi. Tus Hisarı gibi istihkamların ya da daha sonra bir eğitim ve ticaret merkezi olacak olan Nişabur şehrinin inşa edilmesi de doğu eyaletlerinin saldırıdan korunmasında yardımcı oldu. Güneyde, Arabistan'ın ortasında Bedayin Arap kabileleri, Sasani İmparatorluğu'na ara ara akınlar düzenlediler. El-Hiran Krallığı (Lakhmidler) imparatorluğun merkez toprakları ile Bedayin kabilelerinin arasında bir tampon ve Sasaniler'e bağlı bir devlet olarak kuruldu. El-Hirah Krallığı'nın II. Hüsrev tarafından 602'de sona erdirilmesi, daha sonra aynı yüzyılda Bedayin Araplarına karşı nihai Sasani yenilgilerinin en büyük sebebidir. Bu yenilgiler, Sasani İmparatorluğu'nun, İslam bayrağı altındaki Bedayin kabileleri tarafından ani şekilde ele geçirilmesiyle sonuçlandı.
Kuzeyde Hazarlar ve diğer Türk göçebe kabileleri imparatorluğun kuzey vilayetlerine sık sık saldırdılar. Medlerin topraklarını 634 yılında talan ettiler. Kısa bir süre sonra, İran ordusu bunları yenilgiye uğrattı ve geri püskürttü. Sasaniler bu saldırıları sona erdirmek için Kafkasya bölgesinde pek çok istihkam kurdular.
Doğulu Devletlerle ilişkiler Çin'le ilişkiler
Sasani etkisi sadece sınırlarının içinde kalmadı. Çin'de Tarim Basin bölgesindeki Kızıl'daki bu tasvirde, "Tokarian vericileri"'nin üzerlerinde Sasani stilinde kıyafetler var. Sasani kralları, İran'ın en yetenekli müzisyenlerini ve dansçılarını farklı zamanlarda Çin kraliyetine gönderdi. İpek Yolu üzerinden yapılan ticaretten iki imparatorluk da faydalandı ve bunu koruyup devam ettirme noktasında benzer bir çaba içerisinde oldular. Orta Asya'dan geçen ticaret yollarının korunması için ortak hareket edip, sınır bölgelerinde karavanların göçebe kabilelerden ve eşkiyalardan korunması için karakol mevkileri oluşturdular.
Politik olarak, ortak düşman olan Akhunlar'a karşı, Sasanilerin ve Çinlilerin bir kaç defa ittifak kurma teşebbüsünde bulunduğunu görürüz. Orta Asya'da göçebe Türk devletlerinin verdikleri zarar üzerine, Türklerin ilerlemelerini durdurabilmek için Çin ve Sasani Devleti arasında işbirliği olarak adlandırılabilecek girişimleri de görürüz. Mogh dağından edinilen belgeler bir Çin generalinin Arap saldırıları esnasında Sogdiana kralının emrinde olduğunu da naklederler.
İran'ın Müslüman Araplar tarafından ele geçirilmesinin ardından, III. Yezdigirt'in oğlu Firuz bir kaç Fars asilzadesiyle beraber kaçtı ve Çin kraliyet maiyetine sığındı. Hem Firuz'a hem de oğlu Nerseh'e (Çince nen-şie) Çin maiyetinde yüksek derecede ünvanlar verildi. En azından iki defasında, sonuncusu muhtemelen 670 yılında, yanında giden Çin birlikleri Firuz'un Sasani tahtına yeniden yerleşebilmesi için yardımda bulundu. Çeşitli sonuçları olan bu olaya ait elimizde kalan bir kaç nümizmatik kanıta göre bu girişimlerin bir tanesinin neticesinde Firuz kısa süreliğine de olsa Sistan (Sakestan)'ın hükümdarı oldu. Daha sonraları Nerseh, Çin kraliyet muhafız alayının komutanlığına getirildi ve soyundan gelenler Çin'de saygı gören prensler olarak yaşamaya devam ettiler.
Hindistan'a yayılması
I. Ardeşir tarafından Sasanilerin İran'ı ve komşu bölgeleri güvence altına almalarının ardından, ikinci imparator I. Şapur (240-270) egemenliğini bugünkü Pakistan tarafında doğuya doğru ve kuzeybatı Hindistan'a kadar genişletti. Önceden otonom olan Kuşanlar, I. Şapur'un hükümdarlığını kabul etmek zorunda kaldılar. Kuşanlar'ın 3. yüzyılın sonunda gerileyip 4. yüzyılda kuzey Hindistan'daki Gupta İmparatorluğu'na yerini bırakmasına rağmen, Sasani nüfuzunun Hindistan'ın kuzeybatısında bu süreç zarfında etkin olduğu açıktır. Bu zaman periyodunda, İran ve kuzeybatı Hindistan politik olduğu kadar kültürel de olan bir etkileşim yaşadılar. Sasani uygulamaları Kuşan sınırları içinde yayıldı. Kuşanlar, özellikle Sasani gümüş eşyaları ve tekstil ürünlerinin üzerinde gördükleri av esnasında ya da adalet dağıtırken resmedilen Sasani kraliyetinden etkilendiler. Fakat, bu kültürel etkileşim Sasani dini uygulamalarını ve tutumlarını Kuşanlar'a yaymadı. Sasaniler resmi bir dini preselizitasyon siyasetine bağlı kalıp zaman zaman azınlık dinlerine zorla din değiştirme zulmünü uygularkan, Kuşanlar dini hoşgörü siyasetini benimsediler.
Bu zaman zarfında Hindistan ve İran arasında düşük seviyede kültürel alışverişler de yaşandı. Örnek olarak, İranlılar Hindistan'dan satranç oyununu aldılar ve oyunun ismini çaturanga 'dan çatrang 'a değiştirdiler. Buna karşılık olarak, İranlılar Hindlilere tavla oyununu tanıttı. I. Hüsrev'in hükümdarlığı esnasında, Hindistan'dan getirtilen çok sayıda kitap Sasani İmparatorluğu'nun dili olan Pehlevi'ye çevrildi. Bunların bir kısmı daha sonraları İslam edebiyatına geçti. Bunun belirgin örneklerinden biri, Hüsrev'in bakanlarından biri olan Burzoe tarafından çevrilen Pançatantra 'dır. Kelile ve Dimne olarak bilinen bu çeviri daha sonra Arabistan'a ve Avrupa'ya kadar ulaştı.[25] Burzoe'in Hindistan'a yaptığı efsanevi seyahatini ve Pançatantra'yı cesaret gerektiren bir şekilde kazanmasını Firdevsi, Şehnamesi'nde ayrıntılarıyla anlatır.

BİR KÜRT AYARIMCININ DİLİNDEN KÜRT İSYANLARI VE İHANETLERİ
Aşağıda bir kürtçü-bölücü siteden alınmış ve FERDİ KARAASLAN tarafından yapılmış olan kürtçülük-bölücülük faaliyetlerinin bir değerlendirmesi var... Meseleye nasıl baktıklarının anlaşılması amacıyla sitemize aldık. Dikkatle okunmasını tavsiye ederiz. Yazı içindeki rakamlar bizim açıklamalarımızla ilgili NOTLAR içindir. DOĞRULAR'ı ve YANLIŞLAR'ı birbirinden ayırmak için!.. Sayfanın altında açıklamalarımızı okuyabilirsiniz. Geçmişten Bugüne Milliyetçi Kürt Hareketlerinin Kaderi
KENDİ ÖZ GÜCÜNE GÜVENSİZLİK VE DIŞ GÜÇLERE BEL BAĞLAMA
Geçmişten bugüne tüm Kürt milliyetçi hareketlerinin ortak özelliklerinden birisi, kendi özgüçlerine güvensizlik olmuştur. Tarihte çokça Kürt ayaklanması olmasına rağmen sonuçta hemen tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır!.. (1) Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelelerinin başarıya ulaşamamasında çeşitli etkenlerle birlikte bu özellikleribelirleyici olmuştur denilebilir. Kürt hareketleri bu özellikleriyle çeşitli güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda, kendi politikaları için kullanmasından kurtulamamıştır.
En son PKK, ilk çıkışında, uzak ve yakın tarihimizdeki Kürt hareketlerinin reformist ve icazetçi özelliklerini mahkûm etmesiyle farklılık ifade ediyordu. Ancak PKK de, esas olarak Sovyetler Birliği’ne ve Türkiye’yle çelişkisi olan bölge devletlerine dayanarak mücadelesini sürdürmeyi düşünmüş, bunu teorileştirmiş ve diğer sosyalist ülkelerle birlikte Sovyetler Birliği’nde de geri dönüşlerin yaşanmasıyla birlikte, emperyalist ülkelere bel bağlamıştır!.. Kürt Hareketleri tarihindeki temel özellik yine değişmemiş, PKK de emperyalizmin politikalarına yedeklenme ve tasfiye sürecini yaşamaktan kurtulamamıştır. (2)
DÜNDEN BUGÜNE BELLİ BAŞLI KÜRT HAREKETLERİ
Çaldıran Savaşı (1514) Kürdistan tarihinin önemli dönüm noktalarından birisidir. Bu savaşta Kürdistan toprakları Osmanlı ve Safevi ordularının kozlarını paylaştıkları bir alan haline gelir. Birbirlerine üstünlük sağlamak isteyen her iki devlet de, aşiretler halinde yaşayan Kürtler'e yönelirler. Safeviler Şii olmasından kaynaklı, sünni Kürt aşiretlere karşı zor kullanıp, alevi Kürt aşiretlerle ilişkilerini güçlendirip, geliştirirler. Buna karşılık Osmanlılar mezhep birliğini de kullanarak diyalog yolunu seçerler. Osmanlıların bu dönemdeki politikalarını hayata geçirmede Bitlis emiri İdris-i Bitlisi’nin önemli bir rolü olmuştur. Kürt halkının tarihinde "ilk cahş" olarak anılan İdris-i Bitlisi, Osmanlı’nın, Kürdistan’daki sağ kolu durumundadır. Yoğun çabaları sonucunda birçok aşiret Osmanlı egemenliğini tanır. Çaldıran savaşı sonrasında İdris-i Bitlisi’nin girişimleri ile Yavuz Sultan Selim ile 23 Kürt beyliği arasında bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşmaya göre;
1- Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt emirliklerinin özerklikleri korunacak,
2- Kürt emirliklerinde de yönetim babadan oğula geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda ferman padişahtan çıkacak,
3- Kürtler, Türkler'e bütün savaşlarda yardım edecekler,
4- Türkler de, Kürtler(i bütün dış saldırılardan koruyacaklar,
5- Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler,
Bu anlaşma Sultan Selim ile ona boyun eğen Kürt emirlikleri arasında yapılmıştır. (M.Emin Zeki, Kürdistan Tarihi Sayfa:83)
Bu anlaşma ile Kürdistan’daki Osmanlı egemenliği perçinlenir. Osmanlılar anlaşma sonrasında bölgede yeni bir düzenlemeye giderler. Çeşitli kategorilerde küçük beylikler oluşturulur ve böylelikle Kürt beylikleri birbirinden yalıtılır. Bu yeni yapılanmanın mimarı Yavuz’un Kürdistan’daki sağ kolu, Osmanlı’nın sadık kulu İdris-i Bitlisi’den başkası değildir. (3)
İdris-i Bitlisi işbirlikçiliğin karşılığını alır. Çaldıran seferine çıkarken 40.000 Aleviyi katletmesi nedeniyle -bunların arasında çok sayıda Kürt Alevisi de vardır - "Yavuz" namını alan Sultan Süleyman’ın sevgi ve güvenini kazanır. İdris-i Bitlisi tarafından Kürdistan’da oluşturulan idari yapılanmayla Kürt beylikleri Osmanlı’nın elindeki güçlü bir silaha dönüşürler. Osmanlı’nın bir nevi özerklik bahşettikleri beylikler, Kürdistan ve Anadolu’daki katliamlarda başrollerden birisini oynarlar. (4)
Çaldıran savaşı sonrasında Kürtler, yüzyıllardır yaşadıkları aşiret yapılanması üzerine feodal üretim ilişkilerini oturtmuşlardır. Kürtlerdeki bu aşiret yapılanması Osmanlı’nın 19. Yüzyıldaki saldırılarıyla beyliklerin askeri zorla dağıtılmasına karşın varlığını korur. (5)
Bu dönem Avrupa’da gelişen Kapitalizm, hızla sömürge ağı ile dünyaya açılmaya başladı. Bu dönemde Önasya'nın, Avrupa’nın büyük toprak parçalarını elinde tutan, dolayısıyla da bir halklar hapishanesi durumunda olan Osmanlı, o güçlü görünümüne rağmen üzerine bir karabasan gibi çöken Kapitalizm karşısında tutunamayarak sömürgeleşti. (6)
Batı Avrupa’dan yayılan ulusal bilinç Osmanlı’da ezilen ulusların genç burjuvalarını ve aydınlarını hareketlendirdi. Bunların, "vatan" sloganı ile ezen ulusun feodallerine karşı açtığı savaşlarla, Avrupa kapitalizminin de yardım ve destekleri ile peş peşe Osmanlı’ya karşı zafer elde ederek ulusal devletlerini kurmuş, ulusal bütünlüklerini sağlamışlardır.
Kürtler ise bu dönem boyunca uluslaşma yolunda etkili adımlar atamamışlardır. Etkili adımlar atmanın da ötesinde, birçok aşiret gelişen Kürt isyanlarına karşı merkezi feodal yapının yanında yer alarak Osmanlı’nın katliamlarına ortak olmuştur! (7)
Kürtlerde, uluslaşma yönündeki iç dinamikler cılız yada güçlü herhangi bir şekilde gelişmemiş, uç vermemiş olduğundan ulusal temelde bir hareket yaratamamışlardır. Bunun temel nedeni; dışa kapalı, kendine yeten aşiret ekonomisinin öncü güç rolünü üstlenecek, ulusal bütünlüğü sağlayacak burjuvazinin oluşumunun önünde engel teşkil etmesidir.
Kürtler bu dönemde birbirinden bağımsız yüzlerce aşiret halinde yaşayan, şu veya bu çıkarları doğrultusunda arasıra bir araya gelip kendi aşiretlerinin ortak çıkarlarını savunmaya çalışan, o çıkarlar elde edildiğinde veya kaybedildiğinde yine kendi içlerine kapanan ve genellikle göçer olarak yaşayan, ticaretle ve dış dünyayla pek ilişkisi olmayan kapalı bir ekonomiye sahip köylü toplumudur.
Egemen olan bilinç ulus değil aşiret bilincidir. Tüm bunlara karşın Kürt beylikleri çeşitli defalar, çeşitli nedenlerle (Osmanlı’nın beylikleri tasfiye politikaları, aşiretler arası çelişkiler, asker ve vergi vermek istememe vb.) Osmanlıya karşı ayaklanmışlardır.
Genel anlamda bu ayaklanmaların talepleri hiçbir zaman ulusal bir içeriğe dönüşmemiş, aşiret çıkarlarını aşamamıştır. Kaldı ki, bu feodal direnme temelinde gelişen isyanlar Osmanlı tarafından, diğer Kürt aşiretlerinin kışkırtılıp, örgütlendirilmesi ile zalim ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Buna verilebilecek en somut örnek Hamidiye Alayları’dır. Bu alaylar hem Kürt isyanlarına hem de Ermeni halkının mücadelesine karşı etkili olarak kullanılmış, bir çok katliam gerçekleştirmişlerdir. (8)
Aşiret örgütlenmesini dağıtamayan, tüm Kürt toplumunu bağrında toplayan bir örgütlenmeye gidemeyen, bunun zeminini yaratamayan Kürtler, Osmanlı’nın her saldırısında kendi aşiret yapısını ve onun hakim olduğu toprakları korumaya çalışmayı yeğlemiştir. Mücadele bunlarla sınırlı olduğundan dar kalmış, tüm Kürdistan’ı kaplayamamıştır.
Bu tür ayaklanmaların ilklerinden sayabileceğimiz Şerefhan ayaklanması buna tipik bir örnektir. Bitlis Emiri Şerefhan görevden alınır, ancak yerine oğlu atanması gerekirken Osmanlı’nın merkezden bir vali ataması üzerine ayaklanma patlak verir. Ayaklanma 1600’lerden beri süren Osmanlı-İran savaşlarıyla da bütünleşince uzun süre devam eder. Ayaklanma Osmanlı’nın Bitlis Emirliğine Şerefhan’ın oğlunu atamayı kabul etmesiyle sona ermiştir. Belirleyici olan aşiretin çıkarı olmuştur.
Yine başka bir örnek; Osmanlı İran seferi için Canpolat aşiretinden asker ister. Çeşitli çıkar hesapları içinde olan aşiret reisleri asker vermez. Osmanlı sefer dönüşü aşiret resini öldürür. Bunun üzerine yeni aşiret reisi (ki oğludur) Osmanlıya isyan eder. Bu ayaklanma o dönemde Anadolu’yu saran Celali ayaklanmaları nedeniyle uzun süre ayakta kalır. Ancak Doğuda giderek kendine sorun olmaya başlayan bu ayaklanma Osmanlı tarafından, Kürt aşiretlerinden oluşturulan 40.000 kişilik bir güç ile bastırılır.
Ayaklanmaların feodal özüne karşın, ayaklanmalar hiçbir dönem durmamış, gerek Osmanlı’ya karşı, gerekse de Osmanlı sonrası ayaklanmalar yaşanmıştır. (9)